YORUMSUZ!

26.02.2015 12:02
  •  A 

        Kalkıyoruz böyle ortamda strateji belirlemeye, iç dış gelişmeler ve kararlara göre tahminler yapmaya çalışıyoruz. Fakat siyasetin içine girdiği boyut işimizi inanılmaz zorlaştırıyor. Beni biliyorsunuz, yıllardır düşük faiz yüksek kuru savunurum. Türkiye'nin cari açık, büyüme, yetersiz üretim, istihdam vs. sorunlarının hep yanlış kur ve faiz politikasının ürünleri olduğunu iddia eden yazılar yazarım. Hatta bir kaç yıl evvel kur rejimi değişmeli diye başlık bile atmıştım. 

        Yine aynı nedenlerle TCMB'nın tutumuna uzun zamandır ama uzun zaman derken, bir kaç yıldır eleştiri yazdığımı biliyorsunuz. Dün de bu nedenle tespitlerimi yazmış bu tespitlerim sonunda BIST'in diğer gelişmelerin de kapsamında direncinin 88.000 civarı olacağını düşündüğümü belirtmiştim. Zaten o seviyelere geldiğinde realizasyonlar gelmeye başlamıştı. Ama bu realizeler olurken kur karşılıkları da gevşiyordu. Başbakan TCMB faiz kararı için yetersiz buluyoruz ama devamının geleceğini düşünüyoruz misali sözler sarf etmişti. Piyasalar yapılan eleştirilere rağmen yoluna bakıyordu. Ama öğleden sonra Cumhurbaşkanımız yine çok sert tondan bir faiz tepkisi yaptı. Hem de öyle böyle değil! Tespitteki eleştirileri kaç aydır zaten ben de yazdığım için, içeriğine yanlış diyemem. Ama birilerine mi bağımlısın sözleri çok ağır kaçıyor. Bu makamlar devletin önemli kurumları. Bu tartışmalar bu şekilde ve bu sözlerle yapılırsa hoş olmuyor. Nihayetinde Cumhurbaşkanı devletin en üst temsil makamıdır. İlgili kişileri bizzat çağırıp, karşılıklı olarak da tüm uyarılarını yapabilir. 

         Ayrıca hatalar sadece TCMB'nın para politikası kararlarında mıdır? 2008 yılında değerli TL onurumuzdur mantığı bugünlerin içinde bulunduğumuz sorunlarının en temel yanlışlarından birisidir. Açın o tarihli özellikle strateji yazılarıma bakın, bu mantığın yanlışlığını yazıyordum. Değerli TL'nin ülkenin üretimini bitireceğini, ithalatla suni enflasyon düşüşü sağlıyoruz derken ithalat cenneti olacağımızı, kaçan üretim nedeniyle ileride istihdam sorunu yaşanacağını ve günü geldiğinde de kaçınılmaz cari açık problemine gireceğimizin altını çiziyordum. O zaman yapısal reformlarla desteklenmiş düşük faiz, yüksek(gerçekçi kur) rejiminin doğru olduğunu yazıyordum. Hatta bu nedenle kur rejimi değişmelidir diye başlık bile atmıştım. Benim attığım başlık nedeniyle değildir ama, konu gündem olduğu için Ali Babacan bile çıkıp, kur rejimini değiştirmeyi düşünmüyoruz açıklamaları yapmıştı. 

         Şimdi dönüp baktığımızda o zaman yaptığım tespitlerin doğru çıktığını görüyoruz. Peki o zaman ekonominin başında kim vardı? Sayın Ali Babacan. Peki TCMB'nın başında kim vardı? Sanırım Sayın Durmuş Yılmaz. Peki ''Değerli TL onurumuzdur'' diyen (Dolar 1,15'e indiği günlerde) kimdi? O zamanki başbakanımız ve şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın R.Tayyip Erdoğan. Şimdi yine soruyorum; Sayın Erdoğan'ın ne denli güçlü bir lider ve her konudaki son karar mercii olduğu konusunda kimsenin farklı bir düşüncesi yoksa, devletin TCMB başkanlığı gibi bir çok bürokrasi kademesi kadrolarının kendisinin onayı olmadan seçilmesi mümkün müydü? Hiç sanmam. O zaman bu kişileri seçen ya da seçimini onaylayan olarak, kime hizmet ediyorsun dediği zaman çok sert oluyor. Cumhurbaşkanının konuşmasına tabii ki karışamayız ama, dışarıdan görünen şeklinin Türkiye için ciddi tehlikeler içerebileceğine dikkat çekmek istiyorum. 

         Cumhurbaşkanı tarafsız ve uzlaştırıcı makam olması gerekirken, TCMB'na bize bağımsızsın da başkasına mı bağımlısın dediği zaman, buradaki biz kim diyor insan! Öyle ya, başbakan bunları demezken, cumhubaşkanı söyleyince kafalar tamamen karışıyor. Neden mi? İktidarı kim temsil ediyor diye karışıyor. Çünkü ay başında TCMB olağan üstü toplantı yapmıyorum dediğinde de cumhurbaşkanımız çok sert çıkmıştı. Başkasından o günlerde çıt ses çıkmadı. Cumhurbaşkanımızın yurt dışı gezisi başladı. Başbakan, Ak Parti sözcüsü, başbakan yardımcısı, ekonomiden sorumlu bakanımız TCMB'nın bağımsızlığını destekleyen ve kadrolarına destek çıkan açıklamalar yaptılar. Ama bakın sayın Cumhurbaşkanımız yine kimseye aldırmadan söyleyeceklerini söyledi. 

         Böyle olunca ne mi oluyor? Türkiye'de iktidarı kim temsil ediyor sorusu akla geliyor. Seçimlerde kim seçilecek diye düşünülüyor? Kurumlara talimatları kim veriyor diye soru akla geliyor. Cevap için başbakan diyemiyorsanız o zaman önümüzdeki seçimleri ne için yaptığımızın cevabını da kimse doğru söyleyemez. İktidarın başbakanının kararlarını kim ciddiye alır? Yabancı ve yerli yatırımcılar ne oluyor bu ülkede demez mi? Zaten başkanlık istendiği açık seçik belli. Hem de Meksika tipi başkanlık. Yani yürütme ve yasama başkana bağlı. Tüm bürokratları başkan seçiyor. Hatta parti millet vekillerini de başkan belirliyor. Sistemin başbakanı da yok. Yani seçimlerde başbakanı olduğu iktidarı için oy isteyen sayın Davutoğlu'nun başbakanlık makamı Meksika usulü başkanlık sisteminde yok. 

        Tüm bunları gördükçe, inanın neyin stratejisini yapacağımı bilmiyorum. Hakikaten aklım karışıyor. Şimdi Ak Partinin iktidar olduğu andan itibaren bu yıla kadar başbakanı kimdi? Kısacası ülkenin iç dış siyasetine, ekonomik kararlarına hükmeden kimdi? Bu kadroları seçen kimdi? Bir anda ortalık toz duman oldu. Muhalefet ve basın devletin içinde paralel yapılanma mı var derken, hatırlayın o zaman hükümet sözcüsü ''buna kargalar güler'' diyordu. Şimdi peki ne deniyor? Ne yaşanıyor? Karşı olunan kişilere takılan yafta ne? Paralel yapı! Bakın kimse kalkıp da bana bir şey demesin arkadaşlar. Ben hiç bir yorum katmadan olanı yazıyorum. Söylediğim bu tespitleri de ben söylemiyorum. Başta cumhurbaşkanımız olmak üzere, başbakanımız ve aynı siyaset çevreleri söylüyor. 

        Emniyette kadrolaşmadan şikayet edilirdi yıllarca. Hatta gezi olaylarında bu konuda bir çok emniyet görevlisinin provakatif tutumundan bahsedilirken, en üst makamdan tam tersi bir görüşle polisin kahramanlık destanı yazdığı söylenmişti. Şimdi yaşananlara bakıyorum; bir çok emniyet kadroları görevlerinden alınıyor. Her kademeden emniyet mensubu paralel yapılanma suçuyla tutuklanıp yargıya sevk ediliyor. Kendisine çok güvenilen MİT müsteşarı siyasete girmek için ayrıldı, eski istihbarat daire başkanlarından biri bugün göz altına alındı. İzinsiz ve usulsüz dinlemeler ayyuka çıktı. TİB binasını bile toptan toprağa gömelim diye öneri yapılıyor. Neden? Milyar saat yapılan usulsüz dinlemeler nedeniyle. Devlet sırlarını dışarıya ifşa ettikleri için. Binaya kurulan çanaklarla dışarıdan her türlü bilgi ve kumandaya erişim imkanı olduğu için. Bilgisayar sistemini uzmanlar bile çözemiyor. İyi de, yıllardır bunlar yapılırken bunların görülmesi gerekmez miydi?

       Yıllarını silahlı kuvvetlere vermiş üst düzey yüzlerce komuta kademesi için ortaya atılan iddianamelerle ordunun en yetkin yüzlerce komuta kademesi görevlerinden uzaklaştırıldı. Silahlı kuvvetler tarumar oldu. Yıllarca yargılamaları sonuçlanmadan içeride tutuldular. Sonra ne oldu? Ana Yasa Mahkemesi tutukluluk hallerinin hak ihlali olduğunu söyleyerek hepsinin serbest kalmasının önünü açtı. İyi ama yüzlerce komuta kademesinin 5-6 yıl boyunca uğradığı haksız muamelenin sorumlusu kim olacak? Bu kadrolar içeri alınırken bağımsız yargıya müdahale edilmez denip, gidebildiği yere kadar gidilir deniyordu. Şimdi yapılan tespitler ne peki? Ordu kadrolarının içeri atılmasına neden olan bir çok bilgi ve belgenin sahte olduğu. İnceleme yapan bilir kişi makamlarının yetkilerini suistimal ettikleri. Doğru rapor vermedikleri. O tarihte kendilerine olağan üstü yetki ve koruma zırhı verilen savcı ve emniyet mensuplarının daha sonra paralel yapıya hizmet ettikleri savıyla ya tutuklandıklarını, ya görevlerinden uzaklaştırıldıklarını görüyoruz. Bakın yine altını çiziyorum. Bu sözlerin hiç birini ben yorumlamıyorum. Tamamen yaşananları, iktidarın ve yargının en yetkili mensuplarının tespitlerini yazıyorum. 

        Aynı paralel yapılanma tespitleri yargı, sgk, milli eğitim, sağlık bakanlığı kadroları, belediyeler, medya organları, yani dahasını sayamıyorum o kadar çok alanda var deniyor ki, inanamıyorum. Bunların hiç birini ben iddia etmiyorum. Şu anda yaşananların nedeni olarak yapılmış tespitleri yazıyorum sadece. Yıllardır eğitimli polis yetiştirmek için kurulmuş olan Polis Akademisi kapatılıyor neden? Yukarıda saydığım kurumların bir çok kadrosu görevlerinden alındı. İyi de neden? Söylenen paralel yapılanma ile devleti ele geçirmek için örgüt kurulmak iddiasından. Peki tüm bu işi organize ettiği söylenen kişi kim? Yıllar evvel Çiller-Erbakan iktidarı döneminde benzer bir yapılanmayı örgütlediği savıyla tutuklanması kararı çıkmadan ABD'ye kaçan Fettullah Gülen olarak gösteriliyor! İyi de o zaman zamanında askerlerin de baskısı ile alınan bu karar demek ki doğru muymuş? Ama Ak Parti başa geldikten sonra bu savı eleştirmemiş miydi? O zaman başbakanımız olan Sayın Erdoğan Gülen'i ülkeye davet etmiyor muydu? Ne oldu birden bire böyle? Yıllardır bu paralel yapılanmaya göz yumma sorumluluğu kimin peki? Ya da bunlar olurken, bu yapılanma ile devlet ele geçirilmeye çalışılırken bunu görmesi gereken, engellemesi gereken kimdi? Bu kadroları onaylayan kimdi? Sayın Erdoğan, kesinlikle katıldığım dershanelerin kapatılması kararını savunmaya başladığı günlerde bir medya kanalında katıldığı canlı yayında ''Ne istedilerse verdik'' diyordu. İyi de neden bunlara göz yumuldu? Cevap; ''Kandırıldık!'' İyi de devleti yöneten ve temsil edenlerin bu şekilde devletin bekâsını riske atacak bir yapılanmayı bile görmeyecek şekilde kandırılması lüksü var mıdır? 

        Ya BOP Projesinde de Kandırıldı İsek!
        Şimdi içeride yaşanan bu olaylar sonrasında başka bir şeyden daha korkuyorum! Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında da kandırıldıysak diye korkuyorum! Sayın Erdoğan aynı projenin eş başkanıydı. Türkiye, öncesinde dış işleri bakanımız Sayın Davutoğlu vasıtası ile sıfır sorun politikası izleyip, neredeyse tüm sınır komşularımız ile çok iyi ilişkiler geliştirmiştik. Hatta bu sayede artan Orta Doğu ticaret hacmimiz ve Arap Baharında bu ülkelerden Türkiye'ye yönelen sermayeler sayesinde mortgage krizi esnasında yaşanan dünya finansal krizinden teğet geçerek sıyrılmıştık. Başbakanımız başlayan Arap Baharı esnasında, Libya'da, Mısır'da bir kaç meydanda yüz binlere miting yapan çok sevilen bir lider görünümü veriyordu. Batı Suriye'ye baskı kurarken biz ortak bakanlar kurulu bile toplamıştık. Sonra bir anda işler değişti. Şimdi ise Libya iş adamlarımıza ülkeyi terk edin dedi. Milyarlarca Dolar'lık iş makineleri olduğu gibi bırakılıp Libya'dan çıktık. Mısır aynı şekilde Türkiye'yi ülkeden dışladı. Suriye ile kanlı-bıçaklı olduk. Merkezi Irak hükümeti ile gerginiz. Güçlü Türkiye'yi savunuyorduk. Hatta PKK ciddi bir çözülme sürecine girmişti. Peki şimdi durum ne? Esad'ı yıkayım derken Kuzey Irak gibi bir de Kuzey Suriye oluşumunu hazırlamış olduk. Nedir bu oluşum peki? PKK'nın Suriye'deki yönetim boşluğunu kullanarak kurduğu PYD ile Suriye sınırlarımızda oluşturduğu kanton bölgeler. Yani Suriye Kürdistan'ı. Peki ne yapılmak isteniyor? Kuzey Irak'tan sonra kuzey Suriye'de bir Kürt özek bölgesi. Sonra, sonrası malum kendileri ara ara deklere ediyorlar Bağımsız Kürdistan. 

         İşte korkum tam da burada! Muhtemelen bize BOP ile başlatılan Arap Baharında sunulan bir vaat vardı. Ne olabilir? Arap baharı başlayınca, demokratikleşen bölge ülkelerinde Türkiye model olacak. Hatta aynı esnada eyalet sistemi tarzında bir yapılanmaya gidersek, ileride merkezi Suriye iktidarı ile savaşa tutulacak Kuzey Suriye'deki Kürt otonom bölgesi ile, Merkezi Irak hükümeti ile savaşa tutulacak Kuzey Irak otonom bölgelerinin, aynı zamanında Hatay'ın plebisit ile Türkiye'ye katıldığı gibi, Türkiye'nin güney doğu eyaletine(böyle bir yapılanma olursa artık bu eyaletimizin adı ne olacaksa) katılacağı vaadi verilmiş olabilir. Yoksa biz neden göz göre göre sınırlarımızda böyle oluşumlara göz yumuyoruz? Ya üç gün sonra arka arkaya bölgede bağımsızlık ilanları gelirse, batı ülkeleri de tanıma yarışına girerse o zaman ne yapacağız?  

         Ya biz güneyimizi Suriye içine ve Irak içine doğru büyük bir eyalet yapacağız hayalindeyken, güney doğumuz o bölgelerle birleşerek büyük bir Kürdistan olarak topraklarımızdan koparsa ne olacak? O zaman da yine kandırıldık mı diyeceğiz? Barış sürecini destekliyorum. Kürt vatandaşlarımız ülkemizin asli unsurlarıdır. Yıllardır akan bu kanı durdurmak karşılıklı sorumluluğumuzdur. Batının bu oyununu artık hepimiz görmeliyiz. Bölünmenin değil, birleşip bütünleşmenin bizim için en doğru karar olduğunu anlamış olmamız lazım. Ama Kobani bahane edilip, şehirlerimizde yaratılan provakosyanları hepimiz duyduk. Duyduk diyorum, çünkü medya organları vermedi ama yine iktidarın kendisi tek tek sayısını vererek kamu kurumları dahil, okullar dahil, bir çok yerin yakılıp-yıkıldığını açıkladığı için bu açıklamalardan öğrenmiş olduk.

         Peki bunlar yaşanırken nasıl oluyor da, böyle karışan bir Türkiye'ye karşı batıdan hiç eleştiri gelmiyor? Notlarımız eskiden çok küçük sebeplerle bile düşürülürken şimdi ratingçiler tüm bu yaşananları görmezden gelebiliyor? Ben söyleyeyim, batı yıllardır erişmek istediği amacın adım adım geldiğini, şimdilik üç, sonra İran'ı da içine alacak şekilde dört ülkeden koparacağı yerlerle ortada büyük ve tamamen kendisine hizmet edecek bir Kürdistan'ın kurulması beklentisi ile olan biten hiç bir şeye ses çıkartmıyor olabilir. Umarım bir yanılgıyı da dış siyasetimizde yaşamıyoruzdur. 

          Rahmetli Özal zamanından beri başkanlık sistemini savunan biri olarak, Türkiye'nin eyalet misali yapılanmasını da aslında doğru buluyorum. Yıllardır düşük faiz, yüksek kurun en ısrarlı savunucularından biriyim. Mevcut anayasanın değişmesini gerektiğine inanıyorum. Mevcut seçim sisteminin ve siyasi partiler yasasının da değişmesi gerektiğini yıllardır savunan biriyim. Ama aynı zamanda devletin laikliğini de savunan biriyim. Ama hatırlayın Arap baharı esnasında devletin laik olmasını Sayın Erdoğan da, bu ülkelerin meydanlarında yaptığı mitinglerde savunuyordu. İyi ama şu anda ülkeme bakınca durum bizim için böyle mi gelişiyor diye kuşku duyuyorum! Bu yaşananlara bakınca inanın çok ama çok tedirgin oluyorum. 

         Ülkemizde çok büyük işler oluyor. Doğru yönetirsek Türkiye gelişmiş ülkeler grubuna dahil olur ve kalıcı bir şekilde artık bu sıkıntılardan kurtuluruz. Ama doğru yönetemezsek, yine kandırılırsak çok büyük bir karışıklığa girebiliriz. Devlet iki başlılığı kaldıramaz. Bir an önce bu gergin ortamın sakinleştirilmesi lazım. Sorumluluk, başarı ve başarısızlık siyasilere mal edilirken, TCMB kararları ile siyasi iktidarların politikaları engellenemez. Ama o zaman ülkemizde tek başına iktidar var. Çıkar ortaya kardeşim, ben artık Yüksek kur, düşük faiz politikası uygulayacağım, yapısal reformlarla da ülkede topyekün bir kalkınma hamlesi başlatıyorum. Enflasyon, yüksek faiz, kur riski, cari açık, dışa bağımlılık, istihdam sorunu, yetersiz büyüme gibi sorunların hepsinin nedeni YETERSİZ ÜRETİM den kaynaklanıyor dersin. Bu süre içinde ilk anda ortaya çıkacak yüksek enflasyona katlanacağını ilan edersin. TCMB'na da hedef olarak fiyat istikrarı değil, bu kalkınma reformunu desteklemek görevi verirsin. Bunları yapmayıp, sadece bir kuruma yüklenmekle bu işler çözülmez. Çıkartırsın kanun hükmünde kararnameni, geçirirsin meclisinden TCMB istediğini yapan bir kurum olur. Bu sorunlar yıllardır neden çözülmüyor diye de kızılacak birisi varsa bu TCMB başkanı değildir. TCMB başkanı sadece bir bürokrattır. Artık iktidar edenlerin kendisi ile yüzleşmesi ve hatayı kendisinde bulup, bu hatayı da başkasının üstüne atmayıp, kendisi kabullenerek en kısa zamanda doğruları yapmaya başlaması lazım.

          Ama lütfen artık bunları, kırmadan, dökmeden, yıkmadan ve kavga etmeden yapmak lazım. Çünkü zaten meclis çoğunluğuna hakim olarak her imkana sahip bir iktidar var. Toplum bu kadar gerilimi kaldırmıyor. Artık bu elektrik azaltılmalı. 

          Peki bu kadar yazıdan sonra BIST ne mi olur? Sevgili arkadaşlar yukarıda yorum yapmadım, hemen hemen yazımın çoğunluğunda yapılan tespitleri yazdım. Görüyorsunuz ki, BIST'den çok daha önemli olaylar yaşanıyor. Ama yine de söyleyeyim. Bu yazdıklarım iyi yönetilebilirse, BIST yine rekorlar kırar. Ama bu tarz kamu yönetimini, devleti yıpratıcı kavgalara devam edersek, zaten ortalıkta felaket tellallığı yapanların kaç zamandır telaffuz ettikleri sert düşüşleri yaşamamız da kaçınılmaz olur. Siyasi iktidarların en büyük oy kayıpları ekonomik krizlerle olur. Umarım bu kavga bizi kontrolsüz bir krize sokmaz.

         Sağlıcakla Kalın
 

    Saygılarımla

    Aydın Eroğlu
     Stratejist
   Finans Yazarı
www.borsaanalizci.com
Twitter: @_Stratejist_


  • 23.01.2015
    13:10

    Hatırlarsanız ECB daha önceki parasal genişleme kararlarında sadece bankalara yönelik kredi operasyonu yapıyordu. Yani bankalara gelin size istediğiniz kadar düşük faizle uzun vadeli kredi vereyim diyordu. O tarihteki yazılarımı okuyanlarınız, benim bu şekildeki parasal genişlemenin faydalı olmayaca... Devamı »

  • 12.12.2014
    11:08

    Değerli Arkadaşlar, Özellikle gelişmiş ekonomilerin borsalarında düşük faiz ve bol likiditeli yıllar nedeniyle bana göre alternatifsizlikten tarihi rekorlar yaşandığını, yani gelişmiş ülke borsalarının bence şişmiş olduğunu düşünüyorum. FED faiz artışı başladığında, faiz olmayan dönem içi... Devamı »

  • 08.12.2014
    10:54

    Özellikle gelişmiş ülke borsalarında 2011'de altında oynanan oyunun sergilendiğini düşünüyorum! 2011 öncesinde ABD ve Dolar çöküyor, AB de krize giriyor, birlik dağılabilir, Almanya Mark'a dönebilir, Euro birliği dağılabilir korkularıyla merkez bankaları, bankalar, büyük fonlar ve yatırımcılar altın... Devamı »

  • 03.11.2014
    03:12

    Altın fiyatlarında yaşanan sert düşüşler sonrasında sanırım kafalardaki en önemli soru budur diye düşünüyorum. Cevabı doğru verebilmek için, okumaya zaman ayırmamız gerekecek! Altın Devamı »

  • 02.10.2014
    14:39

    IMF Cari Açık Uyarısı Yaptı! Ağustos dış ticaret açığının beklentilerin üstüne çıkarak -8 Myr $ olması sonrasında bir uyarı da IMF'ten geldi. IMF; ''Türkiye, Brezilya ve Y.Zellenda'da gelecek beş yıl içinde cari açık artabilir, bu durum sermaye akışlarına bağlı riskleri arttırır'' diye açıkl... Devamı »